Ekim 21, 2024
Ekoloji Geri Dönüşüm Hayvan Hakları İklim Krizi Sürdürülebilir Yaşam

Bir Çöküşün Seyri

            Geçtiğimiz mayıs ayı içerisinde nesli tehlikede olan türler günü ve biyoçeşitlilik günü gibi aslında çok önemli olan iki günü geride bıraktık. Bugün ise dünya çevre günü. Farkında bile olmadığımız bu günlerin önemini anlayacağımız zamanlar uzak değil çünkü malum bir şeyler yitirildiğinde kıymete biniyor ve üzgünüm ki biz yitirmeye çok yakınız. Bu çöküş karşısında artık adalet de sustuğu için bu yazımda kanunda yazanları anlatmayacağım. Bu yazı hukuki bir metin değil, çöküşün seyircilerine sitemimdir.

            Aralık ayında yapılan yönetmelik değişikliğiyle nesli koruma altında olan hayvanların avlanmasının yolu açılmıştı.[1] İptali için davalar açıldı, Danıştay hala sessiz. Ege’de zeytinler, Marmara’da deniz, Karadeniz’de ormanlar, yaylalar tehlikede; ülkenin güneyi yangınlara yem olmuş durumda; yargısı, yürütmesi, yasaması hepsi öylece seyir halinde. Oysa ben ormanları seyretmeyi severim, bir hayvanın dağda yürüyüşünü, denizin dalgasını… Bir ağacın dalı kırıldığında, bir hayvanın canı yandığında seyredemem ben. Benim gibi düşünen birçok insan da ülkenin dört bir yanında yardım çığlıklarıyla mücadele veriyor. Bu saydığım ihlallere susup seyirci kalanlar ise seyredecek bir şey kalmadığında mı fark edecekler çok geç olduğunu? Tüm hayvanları katlettiğimizde, doğayı talan edip üzerine betondan yaşamlarımızı diktiğimizde, dünyanın hükümdarı mı olacak insanlık?

            Ekosistemin o kadar küçük bir parçasıyız ki, tek bir hamlede yok olabileceğimizi fark etmek için birkaç doğal afete bakmak yeterli. Doğanın bu gücü karşısında ne şirketler ne özel jetler ne betondan evler koruyacak insanlığı. Hani o “doğa ana” diyerek eril zihniyetle cinsiyet atadığınız doğa, hiç de öyle kucaklayıcı, şefkatli olmayacak çünkü insanlık da hiçbir zaman ona şefkatli olmadı. HES kurmak için katledilen ormanlar ve dereler sonrasında şehirleri sel bastı, toprak kaydı, besin üretilen verimli arazilerle birlikte yaşamlar yok oldu. Denizler doldurulup üzerine binalar dikildikten sonra olan deprem çok güvenilen o beton yuvaları saniyeler içinde yerle bir etti. Hala doğa ananın (!)  kendi anneniz gibi olacağını düşünüyorsanız, çok yanılıyorsunuz.

            Büyümecilik

            Büyüme kaygısıyla tükettikçe üretim ihtiyacımız artıyor, daha fazla üretmek için ise kaynak arayışına giriyoruz. Her zaman artan bu talep döngüsü içerisinde kaynakları adeta sömürüyoruz. Ağacı, hayvanı, toprağı, havayı, suyu sonu hiç gelmeyecekmiş gibi sömürüyoruz. Kısaca üzerinde yaşadığımız dünyayı her gün tüketiyoruz. Aslında tüm canlılarla birlikte insanlığa yuva olan ve iyi bakmamız gereken dünyanın sınırları olduğunu unutuyor, büyümek için tüm kaynakları tüketiyor ve bu koskoca yuvaya bir avuç insan olarak sığmayı beceremiyoruz.

            Romantik Savunuculuk

            Küresel bir “çevre” hareketi içerisindeyiz. “Kalkınalım ama doğamızı da koruyalım” sloganlarıyla koca koca şirketlerin yeşil yıkamalarına tanık oluyoruz. Ülkenin dört bir köşesini talan eden bir şirketin yönetim kurulu başkanının geçtiğimiz aylarda iklim zirvesinde konuşmacı olduğunu gördük. Dağları patlatıp, ağaçları katleden bir şirketin iklim değişikliğini konuşmak ne haddine? Ormanlık alanlara spor tesisi yapılmasına izin veren yönetmelik değişikliğinden bir hafta sonra Orman Genel Müdürlüğü ile ağaçlandırma protokolü imzalayan federasyon mu kurtaracak doğayı? Sorsanız şöyle söylüyorlar: “Millet beni seviyor.”

            Son zamanlarda sosyal medyada romantize edilen bir doğa savunuculuğu artışı da söz konusu. Ekolojik yöntemle toplanmış çekirdeklerden yapılan kahvelerini, bambu pipetlerinden yudumlayarak şu başlıkla gönderi giriyorlar: “atıksız yaşam için 5 yöntem.” Bakınca amaç güzel, ben de atıksız yaşamaya özen göstermeye çalışıyorum. Ancak tehlike şurada; ben zaten çevreye zarar vermiyorum diyerek asıl değişmesi gereken sistem için mücadele etmedikçe hiçbir şey kurtarılmayacak! Bu yöntemle bir yıl boyunca yapılan tasarrufu bir fabrika bir günde sıfırlıyor. Şunu unutmamak gerek, kapitalizmin baş düşmanı kahvecinizden almayı reddettiğiniz bir plastik bardak değil! Bu önerilerle dünyayı kurtaracağınıza inanıp endüstri devi patronların karşısına dikilmek yerine,  kapitalizm aklayan zincir marketlerden poşet almayı bırakmayı savundukça dünyanın kurtulacağı filan yok. İtiraf etmek gerekirse, bence insanlık olarak derdimiz dünyayı kurtarmak da değil zira 4,5 milyar yaşında koca gezegen elbet yaşar da birkaç yüz binlik ömrü olan insanlık ne kadar daha var olur onu bilemem. Kendi sonunun geldiğini kabul edemeyip gezegeni koruma fikrine dayalı bu insan merkezci romantik savunuculuğun bireysel bilinçlenme sağlamaktan öte küresel bir faydası olmadığını artık görmek gerekiyor.

            Kör Bilinçlilik

            Karbon salınımını azaltmak amacıyla bisikletle işe giden bilinçli bireyler öğle arasında hamburger yiyor. Peki hayvansal gıdanın üretiminde dünyaya salınan yüzlerce metreküp sera gazı salınımı ne olacak? Hayvan sömürüsüne karşı eylem düzenlemek isteyen bilinçli vegan bireyler köylü halkın ürünlerini protesto ediyor. Saniyeler içerisinde yüzlerce hayvanın sömürüsüne sebep olan devasa hayvansal ürün endüstrisi ne olacak? Özellikle sosyal medyanın etkisiyle artan bu kör bilinçlilik de dünyaya ve mücadeleye zarar veriyor.

            Yapılması gereken şey açık; artık bu mesele bez çanta takalım meselesi değil. Yönetmeliklere dava açıp adaletin tecelli etmesini beklemek meselesi de değil. Bir şeyleri yapmak için yapmayı bırakıp zihinlerimizdeki yeşil boyayı arındırmanın ve çöküşün seyircilerinin karşısına dikilmenin zamanı gelmedi mi?


[1] Detaylar için: https://entdergi.com/doganin-adaleti-yonetmelik-tanimaz/

Tuğçe Berber
Adaletin sadece insan türüne özgü olmadığını ve yaşam hakkının tüm türler için varolduğunu savunarak avukatlık mesleğini idame ettirmekte, etik vegan anlayışıyla şiddetsiz, sömürüsüz bir yaşam sürdürmeye çalışmaktayım. Ulusal ve uluslararası hayvan hakları mevzuatı konulu staj tezim ile başladığım avukatlık mesleğine, mevzuat çalışmaları, dava takibi ve hayvan özgürlüğüne katkısı olabilecek tüm hukuki mücadelelere destek vermeye çalışarak devam etmekteyim. Tüm türlerin eşitliği savunusuna dayalı hayvan özgürlüğü mücadelesi ile birlikte ekoloji mücadelesinde de hem mesleki alanda hem de günlük yaşamda aktivizm alanında profesyonel ve sosyal çeşitli faaliyetler yürütmekteyim. Hayvanlara Adalet Derneği, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, İzmir Barosu Hayvan Hakları Komisyonu ve İzmir Barosu Çevre Komisyonu üyesi olarak bu mücadelelerin daha görünür olması için çeşitli toplumsal projeleri desteklemekte, dava takipleri yapmaktayım. Adalet mücadelesinin karanlık dünyasını renklendirmek için yoga, fitness ve müzikle ilgilenmekteyim.

    Bu konuda geri bildirim bırakın

    • Değerlendirme

    artıları

    +
    Alan Ekle

    eksiler

    +
    Alan Ekle