Sosyal medyada büyüyen hayvan hakları yasası taleplerine, daha fazla kayıtsız kalamayan vekillerin daveti üzerine; sivil toplum kuruluşları temsilcileri, avukatlar, hekimler ve diğer hayvan hakkı savunucuları, Özlem Zengin’in başkanlığında Mustafa Yel, Yunus Kılıç, Zeynep Yıldız, Serap Yahşi ve Rümeysa Kadak’ın katılımıyla 11 Mart Perşembe günü mecliste toplandı. Ancak yıllardır süregelen bir mücadelede, atılan en önemli adımlardan biri olacağı ümidiyle toplanılan meclisten, 5 adım attıysak 3 adım geri gelindiğini görerek çıktık. Farklı bakış açılarının olması kabul edilebilir bir şey olsa da; toplantıda alınan sonuçlardan sonra, insanlığın çıkarcı yaklaşımlarının kirletemeyeceği, en ufak ihlale yer vermeyecek bir yasanın var olması şu an için mümkün değilmiş gibi görünüyor.
Tasarının toplantıya gelenlere sunulmaması, yeni yasa hakkında şüpheli yaklaşımlarımızın devamına sebep olsa da, bazı konularda açıklama yapan vekillerden alınabilen cevaplar kısaca şöyle;
Hayvana yönelik şiddet fiillerinin idari para cezasıyla cezalandırılması 5199’un en çok eleştiri alan yönüydü. Yeni yasada hapis cezasının geleceği belirtilse de, ceza alt sınırı konusunda netliğin olmaması, 3 yıl alt sınırı taleplerimizin “orantılı” olmayacağı beyanlarıyla birleşince, hapis cezasının sembolik olarak yasaya ekleneceğini düşünmemize sebep oluyor. Nitekim belirtildiği şekilde 6 aylık alt sınır düzenlenmesi halinde, erteleme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması gibi uygulamalar ve Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda yer alan infaz hükümleri uyarınca faillerin fiilen hapse girmesi de mümkün olmayacak.
Bu fiillerin ihbar mercii konusunda da şüpheli durumlar mevcut. Hayvana yönelik bir suç hakkında, soruşturma açılması için savcılıkların yalnızca suç üstü hallerde görevli olabileceğine, bu gibi haller dışında Tarım Orman Bakanlığı’nın değerlendirilmesine göre hareket edileceğine ilişkin beyanlarda bulunan vekillere hatırlatılması gereken bazı hususlar var. Nitekim bir fiil kanunda suç olarak düzenlenecek ve hapis cezası yaptırımı uygulanacak ise şikayet mercii doğrudan savcılıklar olmadığı sürece şikayet hakkı, hak arama özgürlüğü, adil yargılanma gibi anayasal haklar yerle bir edilmiş sayılacaktır. Ortada kanunla tanımlanan bir suç ve hapis cezası gibi bir yaptırım varken ilk şikayet merciinin tarım orman müdürlükleri olması hem şikayetçi hem şüpheli açısından bakıldığında Anayasa 36. maddeyi yok saymaktır. Bu gibi uygulamaların tek bahanesi ise yargı yükünün zaten çok fazla olması. Şunu sormak gerek; bir hakkın korunamamasının bahanesi olarak yargı yükünün fazla olduğunu söylemek ne tür bir çelişkidir?
Bilindiği üzere hayvan hakkı ihlalleri sadece şahıslarca değil, kamu kurumlarınca da gerçekleştiriliyor. Bu durum karşısında belediyelerin de sorumluğunun düzenlenmesi ve ihlal halinde belediyelere de yaptırım uygulanması şart. Toplantıdan çıkan sonuçlara göre, Belediye Kanunu’nda yapılacak değişiklik ile hayvanların bakımının belediyelerin asli yükümlülükleri arasında sayılacağını, buna bağlı olarak yeni yasada belediyelere de ihlal halinde yaptırımlar uygulanacağını düşünüyoruz. Ancak burada da kamu görevlisi hakkında soruşturma izni mevzusu devreye giriyor ki bu durumda net bir açıklama ne yazık ki yapılmadı.
Geçen haftalarda sosyal medyada infiale sebep olan “her evde 3 hayvandan fazlasına izin verilmeyeceği” açıklamasına ilişkin Özlem Zengin’in, bu ifadenin çarpıtılarak yayıldığını, kanunla böyle bir düzenlemenin mümkün olmayacağını, ancak istifçilikle mücadele edilmesi gerektiğini belirtmesi, akıllara yönetmelikle bir düzenleme gelip gelmeyeceği sorusunu da getiriyor.
Senelerdir hiçbir köpek doğuştan saldırgan değildir sloganlarıyla savunduğumuz, adeta masumların esareti anlamına gelen yasaklı ırklar mevzusunda olumlu gelişmeler mevcut. Bu ırkların alım, satımı, üretimi yine yasaklanacak olsa da, şu an esaret altındaki canların kısırlaştırma şartıyla ailelerine geri verileceğine ilişkin beyanlarda bulunulması umut verici. Şu an aile yanında olanlara ise 6 ay içinde kısırlaştırma şartı getirilmekle birlikte, ağızlık olmaksızın gezdirilemeyeceği de bu konuda yeni hükümlerden biri olacak gibi görünüyor.
Petshoplarda kedi ve köpek satılmayacağı belirtilse de, katalog üzerinden seçim yapılarak üretim çiftliklerinden kedi köpek alınabileceği açıklaması, mücadelemizin bir miktar dahi olsa anlaşılmadığını ortaya koyuyor. Nitekim bu durum hayvanların kataloglardan mobilya seçer gibi seçilmesine sebebiyet vererek kaldırılmasını istediğimiz mal statüsünü ortadan kaldırmadığı gibi, en büyük hak ihlallerine sebep olan üretim çiftliklerinin de artışına zemin hazırlayacaktır. Aynı şekilde petshoplarda kuş, kemirgen, sürüngen gibi hayvanların da satıldığı belirtilerek bu canların da satışının yasaklanması talep edilmişse de buna ilişkin bir cevap ne yazık ki alınabilmiş değil.
Mevcut kanunda yer alan sahipli-sahipsiz ayrımının kaldırılması umut verici bir gelişme olmakla birlikte Türk Ceza Kanunu madde 151’de yer alan mala zarar verme suçunda düzenlenen hayvanlara ilişkin hükümlerin de kaldırılacağının belirtilmesi hak konusunda belli bir adım atılacağını gösteriyor. Ancak ne yazık ki senelerdir talep ettiğimiz gibi hayvanların “doğuştan gelen haklara sahip, hissedebilen, duyguları olan canlılar” olduğuna ilişkin bir tanım yasada yer almadıkça hayvanların mal statüsünden çıkarılması mümkün olmayacak.
Görüşmenin daha çok sokak hayvanları üzerinden devam ettiğini, diğer konularda cevap verilmekten kaçınıldığını görüyoruz.[1] Nitekim hayvanların mal statüsünün üstü kapalı da olsa korunacağını, bu cevap alınamayan, konuşulmasına müsaade edilmeyen konulardan da anlıyoruz. Tamamen rant kaygılarıyla devam eden; para karşılığı can almaya izin belgesi verilerek avcılık adı altında gerçekleştirilen katliamlar, turizm adı altında “doğal yaşam parkları” ismiyle süslenen hayvanat bahçeleri, terapi merkezleri adı altında birer esaret merkezi olan yunus parkları, bilimsellik adı altında sürdürülen işkence suçuna sebep olan hayvan deneyleri, 21. yüzyılda köleliğin devam etmesine göz yumulan canlı hayvan ticaretleri, kültürel miras adı altında birer eziyet gösterisi olan deve güreşleri, spor adı altında sürdürülen at yarışları var olduğu sürece hayvanların hakkından söz etmeyi bırakın, onları birer mal olarak görmeye devam eden yasalara sahip olacağız demektir.
Kısacası Hayvan Hakları Yasası ümidiyle beklediğimiz yasanın bazı hayvanlar için hayvan refahı (!) yasası olacağını anladığımız için, vicdani rahatlama çabasında olan refahçılar karşısında hayvan hakkı savunucuları olarak mücadelemize devam edeceğiz gibi görünüyor. Bir söz vardır gözün görmediğine gönül katlanır diye; ama bizim sokaklarda olanlara katlanmadığımız gibi dağlarda, mezbahalarda, doğal yaşam parklarında, laboratuarlarda, hipodromlarda olanlara da gönlümüz katlanmıyor, türlerin eşitliği sağlanmadıkça da katlanmayacağız!
[1] Cevap alınan-cevap alınamayan detaylı ayrımı için bakınız: https://yasamicinyasa.org/2021/03/13/tbmmde-11-martta-gerceklesen-gorusmenin-icerigine-dair-notlar/
Bu konuda geri bildirim bırakın