Yeni düzen arayışına girdiğimiz şu çağda, yerel düzeydeki ekolojik mücadelelerin sonuçları ile küresel alanda faaliyet gösteren şirketlerin küresel iklim değişikliğine olan etkileri farklılık göstermektedir. Zira bizlerin duyarlı davranıp geri dönüşüm için ev atıklarını ayırmış olmamız ile bir şirketin yalnızca ekonomik amaçlarla hareket edip çevreye verilen zararı göz ardı ederek bir günde tonlarca atık maddeyi doğaya salmasının etkisi elbette ki farklı olacaktır. Bu alanda günümüzde bireysel bilinçlenme ne yazık ki oldukça yavaş ilerlerken özellikle çok uluslu şirketlerde gün geçtikçe sorumluluk bilinci artmaktadır (!) Ya da artmak zorunda bırakılmaktadır mı demeliydim?
Bugün artık yanı başımızda olan küresel ısınma sorunu ile birlikte tükenen kaynaklar, şirketleri sadece finansal anlamda başarılar elde etme çabasından uzaklaştırmış, özellikle işletmelerin varlıklarını devam ettirebilmelerinin temel kaynağı olan yatırımcıları etkileyebilmek ve marka değerini artırabilmek adına çevreye ve insana duyarlı ilkeler edinmelerini ve kurumsal sosyal sorumluluğa sahip olmalarını sağlamıştır. Çevresel riskleri göz ardı ederek, yalnızca finansal sürdürülebilirliğe odaklanan işletmeler günümüz şartlarında rekabet gücünü koruyamamakla birlikte yatırımcı bulmakta da zorlanmaktadır. Bu bağlamda şirketler ekonomik değer sağlamasının yanı sıra üretilen mal veya hizmet sonucu ortaya çıkan çevresel sorunları en aza indirme çabası içine girmişler ve böylece sürdürülebilirlik kavramının piyasada yayılmasını sağlamışlardır.
Nedir Bu Kurumsal Sosyal Sorumluluk (Kss) Ve Sürdürülebilirlik?
“Kurumsal sosyal sorumluluk (KSS), Avrupa Komisyonu’na göre, şirketlerin gönüllü olarak toplumsal ve çevresel konuları, operasyonlarına ve paydaşları ile olan ilişkilerine entegre ettiği bir kavramken, Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi’ne göre bu kavram iş dünyası tarafından çalışanların, onların ailelerinin, halkın ve tüm toplumun hayat standardını yükseltip ekonomik kalkınmaya katkı sağlamaya yönelik verilmiş bir söz olarak tanımlanmaktadır.”[1]
“Sürdürülebilirlik kavramı ise 1987 yılında yayımlanan Brundtland Raporu’nda değerlendirilmiş olup, gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılamalarına engel olmadan bugünün ihtiyaçlarını karşılamak olarak tanımlanmıştır. Daha sonraki yıllarda ise söz konusu kavram artan çevresel ve sosyal paydaş baskıları ile birlikte bir kurumun varlığını sürdürebilme kabiliyeti olarak algılanmaya başlamış ve kurumsal sürdürülebilirlik ön plana çıkmıştır”.[2]
Peki Uluslararası Alanda ve Türkiye’de Bu Kavramların Konumu Nedir?
Bu kavramlar BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve BM Küresel İlkeler Sözleşmesi gibi sözleşmeler ile uluslararası mevzuatta yer almış, değişen dünya düzeni ile birlikte yeni tanımlarla daha da geliştirilerek üye ülkelerce de benimsenmesi sağlanmıştır. Uluslararası alanda sürdürülebilirlik kapsamında en etkili çalışmalardan biri de ABD’deki Çevresel Sorumlu Ekonomiler Koalisyonu ve Tellus Enstitüsü tarafından BM Çevre Programı desteğiyle oluşturulan Küresel Raporlama Girişimi (GRI) olup GRI ilk defa 1997 yılında Sürdürülebilirlik Raporlaması Rehberi’ni yayınlamıştır.[3] Bu rehberin amacı sürdürülebilirliği benimseyen işletmelerin faaliyet raporlarında şeffaf ve hesap verilebilir bir şekilde sürdürülebilirlik adına attıkları adımlara yer vermelerini sağlamaktır.
Ülkemizce BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 2009 yılında imzalanmış olsa da, mevzuatımızda sürdürülebilirlik kavramına detaylıca yer verildiği ne yazık ki söylenemez. Zira şirketler hukukunun temel yasası olan Türk Ticaret Kanunu (TTK) daha çok finansal sürdürülebilirlikle ilgili yıllık faaliyet raporlarına ilişkin düzenlemelere yer vermiştir. Bu konuda Sermaye Piyasası mevzuatında TTK’ye göre detaylı sürdürülebilirlik faaliyetlerine ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Konuyla ilgili Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu’nun “Hukuk ve Piyasalar Açısından Sürdürülebilirlik” isimli politika notunda detaylı bilgilere yer verilmekle birlikte yakın tarihte ülkemizde devlet eliyle gerçekleştirilen çalışmalar şu şekilde özetlenmiştir. “…2019 yılında devletin hamleleri eklendi. Bunların ilki Hazine Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın 29 Mayıs 2019 tarihinde yayımladığı sermayenin sürdürülebilir şirketlere yönlenmesini teşvik eden ve bu şirketlerin paylarını uzun vadede güvenilir yatırımlar olarak değerlendirdiğinin sinyalini veren yönetmelik[4] oldu. Ardından Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu’nun 8 Ağustos 2019 tarihli toplantısında alınan kararlar uyarınca Türkiye’de özellikle küçük ve orta boy şirketlerin küresel sürdürülebilir yatırımlardan pay almasına yönelik olarak güncellediği Eylem Planı geldi.6 Eylem Planın uygulanması için Borsa İstanbul görevlendirildi ve bunu Borsa İstanbul ev sahipliğinde kurulmuş ama faaliyetleri bir süredir durmuş olan Sürdürülebilirlik Platformu’nun canlandırılması takip etti.”[5]
Bu Süreçte Kimler Neler Yapmalı?
Gelişen küreselleşme süreciyle birlikte günümüzde artık her alanda ön plana çıkan sürdürülebilirlik kavramının temelinde, doğal kaynakların sürekliliğinin tehlikeye düşürülmemesi fikri yatmaktadır. Bunun sağlanabilmesi için ise mal ve hizmet üretiminde kullanılan kimyasallardan, bu süreçte tüketilen enerji ve doğal kaynaklara, üretimi gerçekleştiren fabrikalardan atılan atıklara kadar uzanan üretim sürecinde şirketler, sürdürülebilirliği kurumsal ilke olarak benimsemeli ve üretimin çevresel etkilerini minimum düzeye indirmelidir. Finansal sürdürülebilirliğin yanı sıra ekolojik sürdürülebilirliği de özümseyen şirketler iklim değişikliğinin ve kirliliğin yaratmış olduğu yıkımların gelecek nesillere etkilerini en aza indirgemeye çalışarak faaliyetlerine bu yönde geliştirmeye devam etmeli, gerek çalışanlarının gerekse tüketicisinin çevre bilincinin arttırılmasına katkı sağlamalıdır. Küresel boyutta ticaret ve üretim sektöründe etkin rol oynayan şirketlerin, toplumda çevre ve enerji verimliliği konusunda bilincin artırılması amacıyla etkinliklere yer vermesi de sürdürülebilirlik kavramının yayılmasını hızla arttıracak, toplumun da sürdürülebilir yaşama yönelmesini ve yerel boyuttaki ekolojik mücadelelere destek vermesini sağlayacaktır. Aynı şekilde devletlerin de etkin çevre politikaları ile sürdürülebilir yaşamı desteklemesi gerekmekte, yasal mevzuat ile sürdürülebilirlik kavramı hem korunmalı hem de teşvik edilmelidir.
Gelecek Kaygısı mı Finansal Destek Kaygısı mı?
Bu soruyu ilk paragrafta yazmış olduğum soru ile de bağdaştırabiliriz; “zorunda mı bırakılıyorlar?” Küresel şirketlerin sürdürülebilirlik için yürütmüş olduğu faaliyetler ve bu artan sorumluluk bilinci, gerçekten gelecek için duyulan endişeler sonucu mu ortaya çıkmış durumda? Yoksa şirketler bu faaliyetleri gerçekleştirmediklerinde geri planda kalmaktan mı korkuyorlar?
Yukarıda anlatmış olduğum süreç elbette harika bir dünya, mükemmel bir gelecek tablosu çiziyor. Ancak ne yazık ki, yerel ekolojik mücadeleler ile küresel şirketlerin ekolojik faaliyetlerinin altında yatan amaçlar da farklı. Zira yerelde verilen mücadelede halk, temiz hava ve çevre, işlenmemiş tohum, sağlıklı bir gelecek vb. kaygılarla hareket ediyor. Peki küresel şirketler ne için bu “sürdürülebilir yaşam” merakı içerisindeler? Rekabet piyasasında fark yaratarak yatırımcı kazanmaya çalışan çoğu işletme tamamen reklam amacıyla sürdürülebilir çevre politikalarını savunma derdinde. Zira daha üretim fabrikalarına filtre takamayan, üretilen ürünlerde çevreye zararları kimyasalları kullanmaya devam eden işletmeler; diktikleri ağaçlarla, yaptıkları geri dönüşüm çalışmalarıyla göz boyayarak finansal destek sağlamaya çalışıyor. Bu reklamlar ise küresel şirketlere olan güveni artırmakta, sürdürülebilirliği korumak adına çalışmalar yürütmeleri için beklenti içerisine girmemize neden olarak kapitalist moderniteyi daha da güçlendirmektedir. Nitekim hiçbir ekonomik kaygı gütmeden havadaki sera gazı emisyonunu azaltmak için üretimini yavaşlatacak bir işletme olabileceğine inanmak bu kapitalist düzende pollyannacılık oynamak gibi olacaktır. Bu konuda Murray Bookchin yeşil kapitalizm kavramını çok sert eleştirmiştir. “Kapitalizmin büyümeyi sınırlamaya ikna edilmesi, bir insanoğlunun nefes almayı bırakmaya ikna edilmesine benzer. Kapitalizmi yeşilleştirme, onu ekolojik kılma girişimleri, sonsuz bir büyüme sistemi olan sistemin doğası nedeniyle başarısızlığa mahkumdur.”[6]
Ancak finansal kaygılarla hareket ediliyor olsa da; üzerinde yaşadığımız dünyada alarmlar çalmaya başlaması yerel, küresel ayırmaksızın artık hepimizi endişelendirmelidir. Zira ekosisteme verilen her zarar gerçek veya tüzel fark etmeksizin herkesin haklarını ihlal etmektedir. Sürdürülebilirlik kavramının herkes tarafından benimsenerek geri dönüşüm ve atık yönetiminin sağlanması, doğal kaynakların bilinçsizce yok edilmesinin önüne geçilmesi gerekmektedir.
Artık meselemiz günü kurtarmak değil, geleceği savunmaktır.
[1] Borsa İstanbul, Şirketler İçin Sürdürülebilirlik Rehberi, s.11
[2] Kurnaz, Niyazi & Kestane, Ali (2016) Kurumsal Sürdürülebilirliğin Ekonomik Açidan İncelenmesi Ve Yatirimci Davranişlari İlişkisi: Bist sürdürülebilirlik Endeksinde Bir Uygulama, Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 49, s.280
[3] Borsa İstanbul, Şirketler İçin Sürdürülebilirlik Rehberi, S.14
[4] Bireysel Emeklilik Sisteminde Devlet Katkısı Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2019/05/20190529-2.htm
[5]Hukuk ve Piyasalar Açisindan Sürdürülebilirlik Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu Politika Notu No:1/2020
[6] Bookchin Murray, Toplumu Yeniden Kurmak, Sümer Yayıncılık, İstanbul, 2013.
Bu konuda geri bildirim bırakın