Yaşamımızın bir kısmına geldiğimizde dönüp “Vay be, hayat ne çabuk geçti.” diyoruz. Fakat benim buna farklı bir bakış açım var. Hayat aklınızda geçmiş ve gelecek olduğu sürece kısa, tam şu anın yakınlarında ise çok uzun. Hepimiz belli bir şekilde yaşayıp ilerlemek için elimizden geleni yapıyoruz. Bazen geleceğe doğru koşuyoruz, bazen de hiç ilerlemek istediğimiz halde adımlarımız bizi boşluğa doğru itiyor. İşte bu boşluğa doğru ilerlenen yolda bir şeylere tutunmaya çalışıyoruz. Sevdiklerimize, kitaplara, sevdiğimiz şarkılara kendimizi bırakıp sadece geçen zamanı izliyoruz. İşte bunlar olurken tutunduğumuz şeylerin toplandığı kümenin asıl işlevine hiç önem vermiyoruz, en azından bazılarımız önem vermiyor demek daha doğru olur.
Bahsettiğim şeyin sanat olduğunu tahmin edebilmişsinizdir herhalde. Sanatın yolculuğu sancılı ve uzundu fakat yanında getirdikleri sonsuzluğa yelken açtı. İnsanlar, mutluluğa uğraşmak arzusuyla sanatı duyguların paylaşılma ortamından etrafındaki insanlardan daha çok kültürlü, daha çok “kaliteli” olduğunu göstermek için bir araca dönüştürdüler. Bu süreçten en çok sanatçılar çekmiş olmalı. Düşünsenize, duygularınızın bir dışavurumu olarak sunduğunuz ürün sahte sanat sevicilerin hırsının elinde mahvoluyor. Çok acı değil mi? Öznelliğin kayboluşu…
Tüketim dünyası artık var olanın değerini paylaşmak yerine, o ürünün dünyaya sunduğu parçaları kendini yüceltmek için kullanıyor. Artık sanki sanat gerçekten herkesin hayatında önem taşıyan bir şey değilmiş gibi; sadece beğeni toplama aracı. Teknoloji ve tüketim asıl değerleri yeni bir hayatı kurgulamak için çok kötü bir şekilde kullanıyor ve insanlar bunun henüz farkında değil. Artık insanların sosyal statüsü ne kadar beğeni aldığına veya ne kadar takipçisi olduğuna göre değişiyor. Bir insan herhangi bir konuda ne kadar çok şey paylaşırsa o konunun uzmanı gibi görünüyor. Artık sanat sadece sanat için değil, yeni hayatlar kurgulamak için…
Bu konuda geri bildirim bırakın