Kasım 28, 2024
Yaşam

Işık Cinayetleri

O güzel, mavi ve yeşilin tonlarının birleştiği hafif dalgalı denizi izliyordu. Daha doğrusu dinliyordu. Gözlerini bakamayacağı kadar alıyordu dalgaların ta ayaklarına kadar getirdiği ışıltılar. Ne önlerinde gürültüyle denizde yüzen insanları umursuyordu ne de arkasından gelen yüksek sesli müziği. Bu durumlarda dalgaların sesini seçebilmek, o asıl ışıltıyı görmek büyük marifetti. Buraların insanı olunca artıyordu tabi bu marifet. Denizin olmadığı yerlerde, gözleri açıkken bile denizi görürdü. Biraz da bu ustalaştırmıştı onu. Hep bu güzel tonları ve sesi hayal etmek, bir gün kavuşacağına inanarak o an için koşuşturmak. Denizle yalnızlığını paylaştığı bu sahilde öylece oturup düşünüyordu. Arada sırada gözlerini açıyor, kısa ama doya doya tadını alıyordu bu güzelliğin. Tekrardan gözlerini kapayınca etrafın daha da karanlıklaştığını fark etti. Ne dalgaların ışıltısı ne de sıcak güneşin kavuran parlaklığı. Daha dikkatli bakınca asfalt yolu fark etti. Biraz gözlerini yukarı kaldırınca da soluk, varlığıyla yokluğu belli olmayan, paslanmış demirden sokak lambasını. Etrafında uçuşan küçük böcekleri ve sinekleri gördü sonra. Garip bir olaydı bu kendisi için, uyandıktan hemen sonra rüya görmeye devam etmişti ama bu bir başkaydı. Resmen uyanıkken bir rüyanın içindeydi. Bunun iyi mi kötü mü olduğunu anlayamadı. Belki sihirli şeyler yaşayacaktı -ki bu hayatında eksik olan şeylerden biriydi.

Güpegündüz böyle karanlık bir yerde olmanın etkisiyle hareket edemedi. Gözlerini sokak lambasından ayıramıyordu. Bir cesaretle topladı kendini, kafasını biraz aşağıya indirdi. Çok uzaklarda küçük bir şehrin ışıkları çarptı gözüne. O kadar uzaktaydı ki, ışıkların bir şehirden gelmesine rağmen nokta nokta sayabildi onları. Yürümeye başladı, yürürken de acaba kimler yaşıyor, neredeyim ve insanlar ne yapıyor diye düşünmeye başladı. Sıra sıra sokak lambalarını geçti. Hep de sineklere takıldı gözleri. ‘’Şu sinekler kadar ışığa hasret olamadık bir türlü. Gerçi karanlık yollardan şu moloz yığınlarının ışığına doğru yürüyorum ya. O da bir ayrı mesele, nasıl oldu, gerçekleşti bir fikrim de yok. Yürüyorum ışığa doğru işte. Karanlıkta kalmaktansa ışığa doğru bir eylem gerçekleştirmekten zarar gelmez herhalde? Ağzımda tuz tadı çorak topraklarda yollardayım. Bakalım nelerle karşılaşacağız.’’ diye geçirirken bir balerin döne döne geçti önünden. Simsiyah giyinmiş, yüzü bile olmayan, kafasında sokak lambası bulunan bir balerindi bu. Kafasındaki lamba olmasa göremezdi bile. ‘’Bir rüya bu kadar absürt olamazdı.’’ diye gülerken sinek kostümlü bir balet geçti önünden. Daha da gülmesine neden oldu bu olay. Yüzündeki şaşkınlığı, zevki ve merakı gizleyemedi. Durup bu güzel birlikteliği izlemeye başladı. Balerin olduğu yerde durup bir sağ tarafa, bir sol tarafa figürler savuruyordu. Sinek olan balet ise onun ışığını dönerek ve zıplayarak yakalamaya çalışıyordu. Bu görsel şölen karşısında ağzı açık kalmıştı. Rüyalara anlam yüklemezdi genelde ama güpegündüz hala dalgaları hissederken gördüğü bu rüyanın bir anlamı olmalıydı. ‘’Işığa hasret sinek.’’ dedi seslice. ‘’Sinek, ışık, sinek dönüyor?’’

Vazgeçti düşünmekten izlemeye devam etti. Gözünü uzaktaki şehre kaydırdı. Üç tane noktanın hareket ederek ona doğru geldiğini gördü. Bu üç nokta aynı, kafalarında sokak lambası bulunan balerinlerdi. Sinekleri de hemen yanlarındaydı. Çok senkronize bir biçimde dört balerin ve dört balet performanslarını sergiliyorlardı. Kendisi zifiri karanlıktaydı, bir an için ellerini yokladı ama göremedi. Gözleri yine şehre kaydı. Heyecanından olduğu yerde zıplamaya başladı. Yüzlerce ışık ve sinek ona doğru yol almıştı. Bir anlam yüklemeye çalışıyordu sürekli ama bir şey onu sürekli vazgeçiriyordu bu çabasından. Birden ilk partnerlerimiz yok oldu. Ne olduğunu anlamadan ikinci sıradakilere baktı. Sineğin ışığına ulaştığını ve onu söndürdüğünü gördü. Böyle bir şeye izin veremezdi. Hızlıca yürümeye karar verdi. Işığın sinekten kaçtığını anladı o sırada. Koşmaya başladı, hangisine elini uzatsa yakalayamadan yok oluyorlardı. Sıranın en sonuna doğru koştu. Artık ne ışık kalmıştı ne de şölen. İçinde olduğu rüyayı daha iyi anlamıştı şimdi ama dile getirmeye korkuyordu. Kanı donmuştu resmen. Etrafında vızıltılar yükselmeye başladı. Ağzında hala tuz tadı şehre doğru koşmaya başladı. Vızıltılar durmuyordu, refleks olarak ellerini savuruyor, kafasını bir oraya bir buraya sallıyordu. Şehre doğru koştukça ışıkların fazlalaştığını gördü. Son hız koşmaya başladı. Tam başlamışken kulağının dibinden büyük bir sinek geçti. Ona uyandı.

Gözleri ışıktan etkilenmişti ama kapatması imkansızdı tabi. Bu sefer dalgalara değil de bir metre yanında oturan iki arkadaşa kulak verdi. Birisi şöyle diyordu: ‘’Ona tam alışmışken yalnız yürümek, yalnız oturmak o kadar garip ki. İnsanlar gelip gidiyor, arabalar, çiftler. Benim elim boşta, omzum boşta, her şeyi boşlukta. Kalbim ve beynim dışında tabi. Oralar çok dolu ama ruhum da boşlukta şu an. Ruhumu yakalayıp ısıtan insan uzakta. Elimi, omzumu, yüzümü kızartan, kalp ritimlerimi hızlandıran insan. Sağıma veya soluma baktığımda görememek, kokusunu duyamamak, bir öpücük konduramamak yanağına, saçlarını parmaklarımda hissedememek…’’

Daha fazla dinlemedi, sonsuza kadar sürecek gibiydi. Küçümseyen ve kıskanan bir gülücük belirdi suratında. ‘’Yok olmaz ben bu kadar olamam, bu yalnızlığın bir anlamı olmalı. Olmamalı da. Çok anlam yüklediğim belli. Şu yanımdaki genç gibi aşık olsam ne var? Acaba o ışık mı sinek mi?’’ diye sadece kendinin duyacağı bir sesle konuştu. ’’İkisi de olmayabilir gerçi. Sadece bir yerlere koşsun yeter.’’ dedi ve küçük bir kahkahayla dalgalara döndü.

Bu konuda geri bildirim bırakın

  • Değerlendirme

artıları

+
Alan Ekle

eksiler

+
Alan Ekle