“Kadınlar erkekler gibi yazıp erkekler gibi yaşar ya da erkeklere benzerlerse, çok yazık olur, çünkü dünyanın büyüklüğü ve çeşitliliği göz önüne alındığında, iki cins bile yetersiz kalırken, yalnızca bir tanesi ile nasıl idare ederiz?”
Virginia Woolf
Kadınların görevini sadık birer eş ve iyi birer anne olmakla sınırlandıran ataerkil toplumların doğal sonuçlarından biri de erkek-egemen bir edebiyattır. Erkekler tarafından hayatlarına çizilen sınırları, oluşan önyargıları ve erkek yazarların egemenliğindeki bir edebiyatı ortadan kaldırmak için kadınların kalemi ellerine alıp “kadın gibi” yazarak kendilerini tanımlamaları ve seslerini duyurmaları gerekmektedir. Günlük yaşantılarında karşılaştıkları tüm zorluklara ve engellere rağmen bunu yapmayı başaran kadın yazarlar, ne yazık ki, ya erkek eleştirmenler tarafından görmezden gelinmiş ya da bilinçli olarak arka planda bırakılmıştır. Bu nedenle, kadın yazarlar tarafından yazılmış eserlerin incelenerek, “kadınların kadınları anlattığı” bir feminist edebiyat türü olan jino-eleştiri (gynocriticism) ortaya çıkmıştır. İlk örneği, Virginia Woolf tarafından yazılan ve 1929 yılında yayınlanan A Room of One’s Own (Kendine Ait Bir Oda) olarak kabul edilen jino-eleştirinin en önemli örneklerinden biri de Elaine Showaltertarafından yazılan ve ilk kez 1977 yılında yayınlanan A Literature of Their Own (Kendilerine Ait Bir Edebiyat) adlı eserdir.
Jino-eleştirinin kurucularından ve geliştiricilerinden biri olan Elaine ShowalterKendilerine Ait Bir Edebiyat isimli eserinde John Stuart Mill’in “Eğer kadınlar erkeklerden farklı bir ülkede yaşasalardı ve eğer onların hiçbir yazısını okumamış olsalardı, kendilerine ait bir edebiyatları olabilirdi. Oysa kadınlar her zaman taklitçi olacaklar ve asla yaratıcı olamayacaklar” sözlerine karşılık olarak kadınların çoktan kendilerine ait bir edebiyatları olmasa Mill’in bu düşüncesini dile getirmeye ihtiyaç bile duymayacağını söyleyerek yanıt veriyor. Dahası, 1840’tan günümüze kadın yazarları incelerken sadece “büyük” kadın yazarları incelemekle kalmıyor; aynı zamanda kendi dönemlerinde çok iyi tanınan, bilinen fakat zamanla unutulmuş kadın yazarları da inceliyor. Bu kadın yazarların yaşamları, karşılaştıkları zorluklar ve eserleri arasında bağlantılar kurarak ataerkil toplumlarda kadınların konumunu gözler önüne seriyor.
Elaine Showalter’a göre feminist edebiyat eleştirisi üç aşamadan oluşuyor. 1840’tan 1880’e kadar olan “feminen” aşamada kadınlar erkeklerin görüşlerini ve eserlerini içselleştirerek, yazarken erkekleri taklit ediyorlar. 1880’den 1920’ye kadar olan “feminist” aşamada kadınlar erkeklere ait olan bu görüşlerin aslında kendilerine ne kadar uzak olduğunu fark ederek bu görüşleri reddediyorlar. 1920 yılından günümüze kadar olan “kadın” aşamasında ise kendi iç seslerini dinleyerek kendilerinin farkına varıyorlar ve kendi deneyimleri doğrultusunda yazıyorlar.
Kısacası, kadın yazarlar, erkek-egemen edebiyata adeta bir başkaldırı gibi jino-eleştiri etrafında toplandılar ve yüzyıllardır var olan kadın edebi geleneğini sürdürdüler. Şimdi bize düşen, bu güçlü kadınların ışığında erkeklerden ve hatta birbirimizden farklılıklarımızı korkmadan haykırmak ve bu geleneği devam ettirmektir.
Bu konuda geri bildirim bırakın